GECENİN KAYBEDENLERİ
Issız
gecenin sessizliği, durakta bekleyen kadına her ne kadar huzur verse de
karanlığın içinden bir ok gibi çıkan köpek ulumaları onu tedirgin ediyordu. Kadın,
kafasındaki derin düşünceleri atıp da yukarı baktığında sokak lambalarının titrek
ışığında çiselemeye başlayan damlalarını gördü. Biraz sonra ise durağın soluna
doğru yaklaşan arabayı fark etti. Sürücü camı açıp da ona seslenince uyandı. İçeride
oturan siluet, çakan şimşekle aydınlandı. Orta yaşlarda, avurtları çökmüş, gözlüklü
adam kadını içeri almayı teklif etti. Bu saatte başka türlü eve varamayacağını
söyledi. Kadın çaresiz, topuklu ayakkabılarını yağmurla ıslanmış yolda
sürüyerek arabaya atladı ve yolu tarif etti.
Kadın
çaktırmadan adamı süzmeye, güvenilirliğini tartmaya çalışıyordu ama bunu
yaparken de yakalanıyordu. Derken kente, güvenli evine giden sapağa geldiler. Kadın,
sürücünün sağa dönmesiyle rahatlayacakken sola işaret verdiğini gördü. Paniğe
kapılarak sola değil sağa dönmesi gerektiğini söyledi. Aldığı tek yanıt adamın
gaza basmasıyla çıkan uğultuydu. Telefonuna ulaşmaya çalıştı ama şarjı
bitmişti. Bir an kapıyı açarak kendini yola atmayı düşündü ama bu, yağmurdan
kaçarken doluya yakalanmak olurdu. O an üzerinden yaklaşık bir saat geçen
yolculuk içinde adam ikinci kez ağzını açtı ve bir işi olduğunu, halledip
geleceğini söyledi. Kadının telaşını sezerek ona hafifçe gülümsedi. Adamı
gözleriyle takip eden kadın, arabadan indikten sonra mezarlıkların olduğu
bölgeye doğru yürüyüşünü izledi. Adam bir mezarın yanına çökerek ağlamaya
başladı. Çelimsiz vücudu sarsıla sarsıla ağladı… Arabaya döndüğünde yağmurdan
mı yoksa gözyaşlarından mı ıslandığı belli olmayan yüzü daha da çökmüştü. Sonra
ver elini yollar, içten gelen hıçkırıklar ve oğlunu kaybeden bir babanın
öyküsü. Bir trafik kazasında, beş sene önce aynı gün ve aynı saatte, yine
yağmurlu bir havada hayatını kaybeden bir gencin öyküsü… Adam dili çözüldükçe
kadını bir gelenek haline gelen mezarlık ziyaretine, oğlunu kaybetmeden önceki
anılarına ortak etti. Derken kentin sapağı ve gökyüzünün tüm negatif enerjisini
bir paratoner gibi üzerine çeken yüksek binalar göründü.
Adam
sapaktan sağa döndü ve bu sefer kadının tarif ettiği yolu izledi. Vakit sabaha
karşıydı. Gecenin en karanlık zamanları ama aynı zamanda sabaha en yakın, aydınlığın
eline uzanan zamanlar. Kadın koca bir iş gününü taşıyan rimellerinin akmış
olduğunu fark etti. Vücudu yorgunluk ve serinlikten titriyordu. Adama
vardıklarını söyledi. İçinde birikmiş olan minneti bir teşekkür etmek için harcamadı.
Bu minneti, evde uyuyan oğlunun başını okşamak için saklamıştı belki de. Kapıyı
sertçe çarparak arabadan indi ve topuklularını şakırdatarak merdivenlerin
yolunu tuttu. Cebindeki anahtara değerek sıcak bir yuvaya sahip olmanın
huzurunu yüreğinde hissetti.
Azra Gürdal 8-B
ÇOK HIZLI GERÇEKLEŞTİ
Her şey on
sekiz yaşıma girdiğim günün sabahında başladı. Annem her zamankinden farklı bir
kahvaltı hazırlanmıştı. Kokusu evin en ucunda olan odama kadar yayılmıştı.
Hızır gibi kalkıp giyindim.
O gün
ehliyet almak için gerekli olan son sınava girecektim. Babam o kadar
heyecanlıydı ki ehliyetimi aldıktan sonra kullanacağım arabayı bile
hazırlamıştı. Öğlen sürüş testine başlar başlamaz kalbimin küt küt atışını
hissedebiliyordum, aynı zamanda içimde bir korku vardı. Testin ilk on dakikası
yeni bitmişti o korkunç şey gerçekleştiğinde.
Bacağımda ve
kafamın arkasında bir ağrı hissettim. Çınlayan kulaklarımla sadece yüksek siren
seslerini seçebiliyordum. Yavaşça gözlerim kapandı ve uyandığımda 18’inci
yaşımın üçüncü günüydü. Tüm arkadaşlarımın ve ailemin küçücük bir hastane
odasına doluştuğu bir gündü.
Berke Başöz 8-B
ÖZGÜRCE…
Özgürlük kelebeğin kanatlarında saklıdır, her kanat çırpışı
zindan anahtarları gibidir, hayat zindanından ancak kanatlarındaki anahtarlarla
kurtulabilir. Kanatlarının renkli oluşu; özgürlüğe olan inancının, geçmişte
bulandığı çamurların bu yolda, özgürlük uğruna verdiği çabanın göz kamaştırıcı
kanıtıdır. Bunca çabayı, emeği ve arzuyu kozalağından -kafesinden- çıkarken
kanatlarında sakladığındandır bu kadar güzel anahtarlara sahip oluşu. Başlı
başına özgürlüktür; sahip olduğu anahtarları ise kaçışıdır; hayattan,
zindandan, kafesinde umutla büyüttüğü acılarından…
***************
Okyanusun derinliklerinde saklı olan büyük ve değerli
hazinedir çocukluk. Paha biçilmez bir ruhtur, bir yaşam döngüsü vardır
okyanusta gömülü mezarında. Okyanus dalgalandıkça ağıtlar yakar küçük balıklar.
Bu ağıtlarla beslenme, gemiler üstüne gölge gibi düştükçe barınma ihtiyacını
karşılar.
***************
Mutluluk kalemiyle dans eden birçok insan için bir balon, bir
çiçek, bir histen ibaret olabilir. Benim kalemimde mutluluk, üstü kapalı bir
intihar hapıdır. Ağrıyı kesen bir his, ansızın can alan derin bir yaranın
kabuğudur. Birinin mutluluğu; bir başkasının umudunu, hayallerini hapsederken
üstü örtülmüş bir umutsuzluğun tohumları yeşerir. 5-10 dakikalık bir zevk için
bir insanın bir saati, bir hayvanın bir yudumluk hayatı mutlulukta saklı kalır.
Ceren Çolak 8-B
Bugüne kadar herkes kavga etmiştir herhalde. İlk kavgalar genelde ya
kardeşler ya da arkadaşlar arasında olur. Annelerin ve babaların duymaktan en
çok sıkıldığı şey "Önce o başlattı!" denmesidir. Bir de en büyük
kavgalar vardır. Ben o kadar büyük bir kavga etmesem de ilk kavgamı
anlatabilirim size. Annemle internet yüzünden kavga etmiştim. Aslında benim
için o kadar abartılacak bir yanı olmasa da annem bu konuyu çok abartmıştı.
Yaptığım tek şey ise internete son giriş saatimi kapatmaktı. Annem bu konuda
ondan bir şeyler sakladığımı düşünerek birkaç gün konuşmamıştı benimle. Benim o
anki düşüncelerim ise sinirinin en fazla otuz dakika sürmesi ve sonrasında sona
ermesiydi. Bazen beklediklerimizin tam tersi karşımıza çıksa bile asla pes
etmeden kendi kararlarımız doğrultusunda ilerlememizin gerektiğidir.
Deniz Eke 8-B
Ben
yağmura yazılmış bir özür mektubuyum. Sırf affetsin diye onu güneşle aldatmamı,
her telden çalan.
(Gökkuşağı)
En
büyük atlı karıncadır o, ne yaparsan yap bir gün atların sahte olduğunu
anlayacak ve başladığın yere geri döneceksin.
(Hayat)
Ezgi
Erkoç 8-B
Hop Hop Gezelim Programına Hoş Geldiniz
Sayın Seyirciler,
Bugün son bir haftanın ilgi odağı
olan Mars’a gidecek kafile ve onlar arasından biriyle yaptığımız röportajı
sizlere sunacağım. İlk olarak bu kafilenin nasıl seçildiği ve kaç kişiden
oluştuğundan bahsedelim. Bu özel ilk kafile tam olarak çiftçilerden oluşuyor. Kulağa
garip gelse de bu seçimi yaparken NASA çok zorlanmış gibi. Çiftçiler seçilirken
en çok süt sağan çiftçilere bakıldı. Bu kafileye ilk seçilen Mehmet Bey ile
geçen hafta gerçekleştirdiğimiz röportajı sizlere paylaşıyorum:
- İyi akşamlar Mehmet Bey. Konumuza
hemen geçiyorum ki dinleyicilerimizi daha fazla merakta bırakmayalım. Size
yönelteceğim soru şu olacak: Çok az ineğiniz olmasına rağmen nasıl bu kadar
fazla süt sağabildiniz?
- Size de iyi akşamlar Deniz
Hanım. Açıkça söylemek gerekirse yılların birikimi olan paramın tamamını
ineklerime harcamış bulunmaktayım. Onların bana organik sütlerini verebilmeleri
için piyasaya yeni sürülmüş küçük çipleri ineklerime yedirdim. Bu çipler
ineklerin süt oluşturdukları hormonları ve besinleri kendi içinde kodlayarak
ineklerin süt miktarlarının artmasını sağladı. Baştaki amacım ürettiğim sütleri
yurt dışına satarak para kazanmaktı. Baba mesleği işte, ne yaparsınız. O
günlerden sonra kapıma bir robot geldi ve beni Mars’a davet ettiklerini
söyledi. Bunun karşılığında sütlerimden daha kolay ve fazla para
kazanabileceğimi söyledi. Ben de hazır robot ayağıma gelmişken bu fırsatı
kaçırmadım ve Mars’a gitmeyi kabul ettim.
- Çok iyi bir fırsat bu Mehmet
Bey. Sizi tebrik ederim ve galaksi manzaralı iyi yolculuklar dilerim…
Evet sevgili dinleyiciler az önce
Mehmet Bey ile yaptığımız röportajı dinlediniz. Peki eğer siz de Mars’a
gidecekseniz yanınıza ne almalısınız?
- Dın dı dı dın dın! Yanımda ne
var?
Sevgili dinleyiciler Mars’a
gidiyorsanız yanınıza almanız gereken üç önemli şey şimdi sizinle buluşacak!
İlk olarak herhangi bir sağlık
sorunu ile karşılaşmamanız için yanınıza ağrı kesici çiplerinizi ve antibiyotik
çiplerinizi almayı unutmayınız. Ailenizin elektronik bir resmini almanızı
tavsiye ederim, özlem kolay çekilmiyor, kalp çelikten değil. Vee son olarak da
gemiye binmeden önce kamera çiplerinizi yutun! Güzel galaksi manzaraları sizi
bekliyor. Bugün 10 Mayıs 2065 bir sonraki programda görüşmek üzere.
Göksu
Özkul 8-B
YOL ÇIKMAZINDAKİ ÇİFTLİK
Sokağı aydınlatan tek şey lambalardı. Yolun başından bir ışık belirmesini
bekledim dakikalarca. Beklediğim ışığı görmek az da olsa gülümsememi sağladı.
Yanıma yanaşan aracın yavaşça camı açıldı. Arabayı kullanan adam beni şehre götürebileceğini
söyledi. Bu anın beklediğim fırsat olduğuna karar verip hemen atladım arabaya.
İleride bizi ikiye ayrılan bir yol bekliyordu. Köpek ulumalarıyla baykuş
sesleri bizi yol boyunca yalnız bırakmayacaktı muhtemelen. Yol ayrımına gelince
adamın sağ tarafa sinyal verdiğini fark ettim. Sanırım kestirme falan
kullanacaktı. Birkaç dakika içinde adamın amacının kestirme falan bulmak
olmadığını anlayınca ellerim buz kesildi. İçimi bir ürperti kapladı. Adamın
bunu fark ettiğimi anlamasıyla beni bayıltması bir oldu. Sanırım uzun bir yol
almıştık. Uyandığımda perde kapalı olmadığı için gözlerime dokunan güneş
ışınları beni rahatsız etmişti. Ellerimin bağlı olduğunu anlamam çok zamanımı
almadı. Biraz doğrulduğumda odada yalnız olmadığımı fark ettim. Diğerlerine
durumun ne olduğunu sorunca bana bu adamın bir çiftliği olduğunu ve hayvanları
için zorla insanları çalıştırdığını söylediler. Bir an duyduklarımı sorguladım,
oldukça anlamsız geldi. Aynı zamanda sevinmiştim aslında. İlk başta bu adamın
bir seri katil olduğu düşüncesi beni korkutmuştu. Kafamda bu adamın neden böyle
bir şey yaptığıyla ilgili soru işaretleri vardı. Karşımda iki seçenek vardı. Ya
hiç sorgulamadan adamın istediklerini yapacak ya da ona karşı çıkıp böyle bir
şey yapmak istemediğimi söyleyecektim. Onunla konuşmak daha cazip geldi. Adama
neden böyle bir işle uğraştığını ve neden insanları zorla çalıştırdığını
sordum. Biraz tuhaftı. İleride hayvanların bizi yöneteceğini, bu yüzden de
onlara iyi davranmamız gerektiğini söylüyordu. Beyaz sakallarından ve yıkık
dökük evinden adamın uzun zamandır burada olduğunu anladım. Daha sonra bana
artık tek başına dayanamadığını ve kimsenin ona yardım etmediğini söyledi. Bu
nedenle de insanları buraya zorla getiriyormuş. Ona hayvan sevgisinin zorla
olmayacağını anlattım. Tıpkı insanları sevmek gibi zahmetli bir iş olduğunu
söyledim. Fakat buradaki insanları serbest bırakırsa ona yardım edebileceğimi
ve hatta birkaç kişi daha bulabileceğimi açıkladım. Gözünden akan damladan ne
kadar pişmanlık duyduğunu anladım. Bana oradaki insanları serbest
bırakabileceğimi söyledi. Çok uzun sürmedi bu iş. Adamın hayvanlarla ilgili
düşüncesi bana her ne kadar anlamlı gelmese de uzun zaman onun yanında kaldım.
Ta ki bir gün gözleri kapanana kadar. Yaşlı ve yorgun bedeninin üzerine tek
başıma toprak attım. O günden sonra hayvanları köylerdeki insanlara bıraktım.
Yıllarca adamın düşüncesi aklımı kurcaladı. Elbette gelecek bize çok şey
gösterecekti.
Gülizar Yüksel 8-B
Mutluluk, bir çocuk gibidir.
Saflığıyla, özgünlüğüyle sınırsız evrenlerin kapılarını açar.
Kaan Akışık 8-B
LİMONLU KEK
Her şey on
sekiz yaşıma girdiğim günün sabahında başladı. Cumartesi günü başlayan monoton
hayatım, evi kaplayan kek kokusuyla nedense canlandı. Küçüklüğümden bu yana
annem her doğum günü sabahında kek yapar, ahşap mutfak masasının üstünde
soğumaya bırakır ve işine giderdi. Hep aynı tarif: limonlu kek. Odamdan çıkarak
limonlu kek heyecanı ile mutfağa atladım. Bir elimde telefon, doğum günü
mesajlarımı sallana sallana okurken bir yandan da keki dilimliyordum.
Gıcırdatarak mutfak sandalyesini çektim kendime doğru. Yerime kurularak ilk
ısırığımı aldım kekimden. Annem bir de not bırakmıştı: “Nice yaşlara canım
kızım.” Saat sabahın dokuzu, çalan kapı ziliyle sıçradım. Mırın kırın ede ede
kapıya uzandım, açtım. Karşımda beş adet simsiyah -güneş altında rugan bir
ayakkabı gibi parlayan- makam arabası. Önümde iri yarı, siyah takım elbiseli
bir adam. Sakalları bu sabah tıraş edilmiş, buram buram losyon kokuyor.
Arkasında üç kişi –muhtemelen çok gerekli korumaları- duruyor. Put gibi. Göz
göze geldiğim anda, elimdeki yarısı yenmiş limonlu kek kendini evin girişine
bırakıyor. Düşüyor ve parçalanıyor. Parçalardan bir tanesi rugan ayakkabının
önünde. Adam tiksinerek ayakkabısının ucuyla itiyor limonlu keki. Öksürerek
cümlesine başlıyor. “Ülkemizin yeni yöneticisi sizsiniz efendim, bizimle
geliyorsunuz.”
Seray
Naz Günyaktı 8-B
Mutluluk
kelebeğe benzer. Önce kozasından çıkması için zaman gerekir, çıktığında ise sadece
bir günlük bir heyecanla gelip geçer. Ulaşmak en büyük hayalimiz olur hayatımız
boyunca. Ama saf bir kelebek gibi, bilmeyiz gelip geçici olduğunu. Onun
kanatlarındaki rengin büyüsüne kaptırırız kendimizi...
Mutluluk
dünyanın bir tarafında çocukların umutsuzlukla su için savaşması, diğer
bir tarafta da bir çocuğun oyuncak alınmadığı için ağlaması kadar
adaletsizdir...