4 Mart 2016 Cuma

MEHMET ATİLLA İLE ATÖLYE ÇALIŞMASININ ARDINDAN




Yazarlık ve Yazma Becerileri seçmeli dersi öğrencileri ile 6 ve 7. sınıf öğrencileri  3 Mart 2016 Perşembe günü çocuk ve gençlik edebiyatımızın usta yazar ve şairlerinden Mehmet Atilla ile buluştu.

Yazarlık ve Yazma Becerileri seçmeli dersi öğrencileri şiir, öykü ve romanlarını severek okudukları yazarla  önce  şiir ve şiir yazma üzerine bir atölye çalışması gerçekleştirerek şiirin büyülü dünyasında bir yolculuğa çıktılar,  yaratıcılıklarını ve çağrışımlarını kullanarak birbirinden güzel şiirler yazdılar,  şiire farklı bir bakış açısıyla yaklaşabilmenin yollarını keşfettiler.

Öğrencilerimiz günün devamında Kültür Merkezi’nde gerçekleşen etkinlikle; edebiyat, edebiyatın insan için gerekliliği, yazarlık ve yazma üzerine çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdiler.

 
 
 
Mehmet Atilla, okulumuzdan ayrılırken bizlerle bulunmaktan duydugu mutluluğu belirtti ve  öğrencilerden çok etkilendiğini dile getirdi.








Yazarlık ve Yazma Becerileri Seçmeli Dersi öğrencilerimiz Mehmet Atilla ile yaptıkları atölye çalışmasından sonra kendilerinde kalan izleri ifade ettiler...







Yazar Mehmet Atilla ile yaptığımız atölye çalışmasının izlerini anlatacak olursam…
Şiirlerin tanımlanamayacağını, herkesin aklına farklı çağrışımlar getirdiğini öğrendim. Şiir yazmanın sınırlı bir şey olmadığını, hafif bir gizem içermesi gerektiğini anladım. Kısacası, gerçekten yazmak istedim, hem de hiç durmadan.
                                     Ekin TOYGUR 6-H






Şiirlerin insanlara sözcüklerin derinliğini tattırma, bilinmezler labirentinde kaybolmanın eğlenceli olduğunu öğretme, düşüncelerle dans etmeyi gösterme sanatı olduğunu anladım. Ayrıca edebi eserler yazmanın binlercesini okumaktan geçtiğini öğrendim.
                                                                                                                          Melek ÖZYÖRÜK 6-B

Şiirlerin çok derin olduğunu ve herkesin kendine göre onları yorumlayabileceğini öğrendim bu çalışmayla. Şiir, hikaye, roman yazmanın sırrının okumak olduğunu anladım. Bu atölye çalışması bakış açımın değişmesini sağladı, edebiyata olan ilgimi artırdı. Çok verimli, güzel, eğlenceli bir atölye çalışmasıydı.
                                                                                                                              Ada GÖZPINAR 6-B
 
Şiirin güzelliğini öğrendim bugün. Şiir yazmayı da. Bana yeni bir bakış açısı kazandırdı. Ayrıca çok eğlendim. Şiir yazma etkinliğinde yeni şiirler dinledim. Kendi şiirimdeki hatalarımı fark ettim. Yazarlıkla ilgili çok şey öğrendim ve Mehmet Atilla’nın yazdığı kitapların detaylarını fark ettim, sevmiş olduğum iki kitabını onu tanıdıktan sonra daha çok beğendiğimi söyleyebilirim.
                                                                                                                                    Sezi AYDIN 6-A 
 
 

3 Mart 2016 Perşembe

YAĞMUR YERİNE ŞEKERLİ SU


Eğer gökten yağmur yerine şekerli su yağsaydı ne olurdu?

YAĞ YAĞ YAĞMUR
Yağmur… Dün odamın camından süzülürken uzun uzun baktım damlalara. Bardaktaki su, denizdeki de su; ama yağmur bir başka. İnsanın  içine duyguları sıkıştıran su, yağmur. Ya birgün çıkarsa hayatımızdan! Yerine şeker yağarsa mesela. Ne komik olurdu o zaman özene bezene yapılan saçlar. İki dirhem bir çekirdek giyinen iş adamlarının hali nice olurdu. Düşünsenize, bir iş toplantısı ve herkes yapış yapış. 

Annem bana hep kızar çikolata yerken ellerimi kirlettim diye. “Yapış yapış oldu ellerin yine. Kaç kere dedim sana on parmağınla yeme şunu diye.” Gökten şeker yağarsa değil ellerim tüm vücudum yapış yapış olacak. O zaman annemi düşünemiyorum.

“Yağ yağ yağmur, teknede hamur” olur “Yağ yağ yağmur, teknede şeker.” Peki ya “Yağmur yağıyor, seller akıyor, arap kızı camdan bakıyor.” bu tekerleme de şöyle olurdu sanırım: “Yağmur yağıyor, şekerler akıyor, arap kızı cama yapışıyor.” Olsun olsun lütfen gökten yağmur yerine şeker yağsın. Kalbi taşlaşmış , bir parça toprak için birbirini yiyen, etrafında milyonlarca aç dururken hoyratça israf eden, dünyada tek başına yaşadığını düşünen ve kendinden başka hiçbir canlıya yaşama şansı tanımayan taş yüreklilerin kalbi yumuşar pembe şekerle belki.

Çocukların duası kabul olurmuş. O halde açtık ellerimizi gökyüzüne ve hep birlikte dua ediyoruz: Ey Allah’ım şeker yağdır gökyüzünden. “Yok olmaz.” dersen bari o taş yüreklilerin yüreğine şeker tadında duygular doldur.

Şeker Tadında Yağmur


Bir gün baktım dışarıda yağmur yağıyordu. Bir süre izleyip sonra montumu ve botumu giyip kendi kendimi kanguru gibi sıçratarak dışarı atıverdim.  Kabanımın cebindeki bardağı çıkarıp yağmurla doldurmaya başladım. Yağmurlar bardağa bir kelebek gibi zarifçe ve süzülerek düşüyorlardı sanki. Bardak biraz dolmuştu. Bardaktaki suyu içmeye başladım. Birdenbire yağmurun tadı değişiverdi. Sanki bir şekerin dayanılmaz hafifliği kadar tatlıydı. Bir süre sonra yağmurun yerini karanlık aldı ve annem beni yemeğe çağırdı. Yemekten sonra pijamalarımı giyip yatağıma yattım ve yağmuru düşündüm.
Akşam gördüğüm rüyada plaja yüzmeye gidiyorduk. Ben denize girip yüzmeye başladım. Aniden ağzıma su kaçıverdi. Ama bu sıradan deniz suyu değildi. Bu bir şekerli deniz suyuydu. Hemen annemin yanına gidip suyun şekerli olduğunu anlattım. O da hemen deniz gözlüklerini giyip suya daldı. Sudaki çoğu balık ölmüştü ve çok kötü bir manzara oluşuvermişti. Ertesi gün kalkıp keşke bir daha şekerli su yağmasa diye dua ettim.

                                                                            Gönen ERTUNÇ  5-İ 

AYNA AYNA! SÖYLE KENDİMİ BANA


Belki bu yazı aracılığıyla yaptığım öneriyle  veya bir kitapçı, kütüphane koridorlarında dolanırken kapağının gözünüze çarpmasıyla "Sineklerin Tanrısı" romanını okumak üzere eve getirip yatağınıza oturacaksınız bir akşam uyumadan önce. Daha sonra inceleyip, hafiften bir giriş yapmak üzere elinize alacaksınız "roman" sandığınız romanı. Fakat elinize almış olduğunuz cismin yalın ve parlak yüzü size dönük olan bir ayna olduğunu, sadece gerçeği ve onun ikiyüzlülüğünü yansıttığını çok sonra fark edeceksiniz. Korkutucu gerçeğin belki de ilk kez bu ayna ile görüntüsü, zihninizin bembeyaz duvarları arasında sonsuza kadar yapayalnız kalmamın ürküntüsü "Sineklerin Tanrısı" ile iliklerinize kadar işleyecek. 

Bunlar yalnızca benim tecrübelerim; hatırladığım kadarıyla o gece gözüme uyku girmemişti de. Bu kitabı okuduğum gecenin karanlığında ilk kez görmüştüm vahşiliğin acımasızlığını, özgürlüğü ve mantığı yan yana. O gece ilk kez Ralph, Domuzcuk ve Jack'i tanıdım.
 

Roman bir uçak kazası ile başlıyor. Mercan Adası (Jules Verne)'ndan patikalarla ulaşılıyor asıl ormana. Sonra iki karakterle tanışıyoruz: Ralph ve çok ileri derece astım ve hipermetrop olan, kendisine takılan bu isimden hoşlanmayan fakat bu şekilde tanınan Domuzcuk... Uçak kazasından kurtulan başka çocukların da adada bulunduğunun fark edilmesinden sonra bir toplantı düzenlenmesi sonucunda bir yönetici seçilip birlikte hareket edilmesi, adanın hadım edilmesi kararlaştırıldıktan sonra bir medeniyet filizi beliriyor boşlukta. Fakat daha sonra Jack Marridevs ve korosu ortaya çıkıyor. Ve her şey değişiyor. William Goulding' in kaleminin mürekkebiyle şekillenen bu başyapıt, Mina Urgan' ın çevirisi ve İş Bankası Kültür Yayınları imzasıyla okuyucuya sunulmuş.

Kendisini görüp başta ondan korkması, sonra ise bu korkunun yenilmesi ve o kişiye umut olması için herkesin okuması gereken bir kitap...

 
                                                              Konuralp DEMİR   7-B    

OLDUĞU YERDE KALAMADI YÜREĞİM


                       
Çok şanslı olduğunu fark edemeyen o kadar çok insanın arasında, şanssız olup kendini kral ya da kraliçe gibi hissedenler de vardır. İnsan düşündükçe ürküyor ancak ne yazık ki şans olarak adlandırdığımız şey para...
 
Bir de her ikisini de hisseden, olduğu durumu kolaylıkla değerlendirebilen – ki bu iyi ya da kötü bir durum olabilir – ona göre de yaşamlarının yolunu değiştirebilen insanlar vardır. Alfie ve ailesi, buna çok güzel bir örnektir. İşte bu nedenle ne zaman “saçma” ya da “gerekiz” bir olay yüzünden üzülsem, olaydan sonra “Olduğun Yerde Kal”ı, pencere önünde çayımı yudumlarken okumak isterim. Çünkü bazen insanın gözü önüne iyilikleri kapatan karanlık bir perde inebiliyor ve ne kadar şanslı olduğunu anlayamıyor.

Summerfield ailesinin “tutumlu” ve “mutlu” olmasının parayla alakası yok. Evet savaş zamanında tutumlu – para anlamında – davranmış olabilirler ancak onlar ruhen tutumlu davranmışlardır. Çoğumuz  gibi her şey yolundayken –ki bunu kabullenmek gerekir–  en ufak bir tersliğe katlanamamazlık etmemişler, olaylar ters gittiğnde de uyum içinde düzeni sağlamaya çalışmışlardır.
İşte o yüzden  yüreğim olduğu yerde kalamıyor.


                                                                              Emre ERK 7-B

GERÇEKLERLE ÖRÜLÜ SINIRLAR VE SINIRSIZ HAYALLER




Buzdan, görünmez camlarla kaplı kişiliğimin sınırları mıydı eriyen? Kalbimden gelen bu çıtırtılar neydi? Aklımda yanan bir ampulün ışığı bu kadar yakıcı olamazdı! Kitaplığımın sık sık açtığım kapağından geliyordu  bu çıtırtılar, gıcırtılar. Okuyup bir kenara koyduğum kitaplar arasında parıldayan bir kitabın ışıltısıydı bu beni yakan. Bir hayalperestin dünyasına giriş yaptım ve yavaş yavaş el sallamaya başladı bana Neftali...


Hayalperest, bir şairin, kelime ustasının hayatını okurlara Neftali adıyla sunuyordu. Kitabı okumadan önce adını duymamış olduğum Pablo Neruda'nın öz zamanına yolculuk yaparak... Öncesinde, hayallerin, hele ki gereksiz zamanlarda kurulanların, bizi belli bir yere ulaştıramayacağını düşünürdüm, şimdi ise anladım ki hayallerimiz bizi mutluluğun anahtarı olan kalbe götürürmüş. Kitaba dokunurken hayal kurmanın bir zaman kaybı olmadığını keşfettim. Örneğin matematik problemleri çözerken kullandığımız mantık bir kum saatinin camı gibiydi, bir çerçeve içinde, fakat hayaller içindeki kum taneleri gibiydi, her kum saatinin boyuna göre zamanı farklı ölçen, hep bir araya gelince soyut olan zamanı gözümüzde somut yapan serbest ruhlar... Tekrar tekrar okurken her bölümü, karakterlere ne kin besledim de yırtasım geldi sayfaları, kıyamadım, sıktım yumruklarımı. Hakkın yerini bulduğu yerde kitabı bir bebek gibi atıp tutasım geldi kucağımda.Yine açsam, yine aynı sayfaları duygularımı aynı tazelikte yaşayarak okurum. Küçük Neftali ile arkadaş olup onu daha çok tanımayı isterdim fakat bunu da Neruda'nın şiirlerini okuyarak yapacağım...


Gerçeklik altında hayaller, hayaller altında gerçekler. Sayfalar üstünde sözcükler, sözcükler üstünde sayfalar, sayfalarca mecaz anlam. Birazcık saçmalamanın, düşüncelerimizi serbest bırakmanın bize hiçbir zararı olmadığını fısıldadı bana Neftali. Bana dokunduğu anda beni de bir hayalperest yaptı ve birbirimizi kendi okyanusumuzda boğulmaktan kurtardık. Biz onunla donateş oynarız hep, kalbim donduğu anda beni ısıtır Neftali, bazen ise ben onu dondurur ve kitaptaki yerine geçerim. İşte bu kısır döngünün sonsuzluğu hayallerimin kilidi...


                                                                     Azra GÜRDAL 7-A

EVELİNE


İrlandalı yazar James Joyce’un okunması sıkıcı eserler verdiğini düşünenler vardır. Oysa Joyce, derin insan portreleri sunar eserlerinde... Beni özellikle küçük bir eseri çok etkilemiştir. Dublinliler kitabından Eveline adlı bir öykü... Eveline ne bir aşk öyküsüdür ne de bir trajedi...

Eveline seçimler yapmak zorunda olan genç bir kız... Ondokuz yaşında hayatını şekillendirmek zorunda. “Eveline” dört karakter üzerine şekilleniyor. On dokuz yaşındaki Eveline, babası, sevgilisi ve ölmüş olan annesi... Peki bu kitabın beni bu kadar etkilemesinin nedeni ne?

Eveline, aslında hayatındaki önem sırasını sorguluyor. Sevgilisi ile Avustralya’ya kaçmak isterken, babası kendisiyle beraber kalmasını istiyor. O sırada annesine verdiği sözler de aklına geliyor ve duygu, düşünce dünyası bir yıkıntıya uğruyor. Öykünün beni en çok etkilediği nokta ise olaylar üzerine değil, düşünceler üzerine yazılmış olmasıdır.

Joyce okuyucusuna zamansız ve mekansız bir klasik sunuyor. Klasik çünkü zamanla değil zihinle şekilleniyor. Bu nedenle dün, bugün ve gelecek fark etmiyor. Zihin kavramı değişmediği sürece herkesin Eveline’a bakış açısı farklı olacak. Kimisi Eveline’ın verdiği kararları doğru bulurken kimileri de hayatının hatasını yaptığını düşünecek. Eğer bir haklı bulmaya çalışıyorsak yanılıyoruz çünkü bu eserin sonu kişinin değerlerine göre mantık gösteriyor. Joyce’un bu konuda ne düşündüğü ile ilgili bir fikrim yok. Belki bu onun ideal karakteri, belki de tam tersi...

Bu öyküyü okumalısınız. Okuyun ve düşünün... Ya siz böyle bir seçim yapmak zorunda kalsaydınız, ne yapardınız? Eveline, sizi düşündürecek. Hayatınızdaki insanların önem sırasını gösterecek. Belki de benim yaptığım gibi bir sonuca ulaşacaksınız: Her bir seçim, uğruna fedakarlık gerektirir ve gemi limandan kalktıysa bir zaman sonra unutulur; belki de hemen, ufuktan kaybolur kaybolmaz.
 
                                                                               Arda Aksel 7-A