UZAKLARI YAKIN EDEN KAPI
-
Bekleyin,
daha sütümü yeni bitirdim. Öykü zamanına bensiz mi başlayacaksınız? Uzak
diyarlardaki arkadaşlarımızı ziyarete bensiz mi gideceksiniz?
-
Çabuk ol!
Hayal gücü treni kalkıyor, burada kalmak istemezsin herhalde?
-
Tamam, yetiştim.
İşte yolculuk
başlamıştı. Bütün çocuklar hazırdı. Her zaman böyle olurdu, akşamları hep
kalabalık, sıkış tıkıştı. Eee tabii kim istemezdi bilinmezliğe yol almayı.
Anlatıcı kadife sesiyle uçururdu herkesi belirsiz diyarlara, hava karardığında
başlardı macera. Bugün de aynısı olmuştu. İmkansız denilen uzak diyar
yolculukları hayallerle örülü zihnimizin sınırlarını aşıyordu. Gezmeye başladık
sonsuz toprakları. Bin bir rengin patlamasıyla oluşmuş çiçekler gözlerimize
uyanmak istemeyecekleri rüyalarda eşlik ediyorlardı.
İşte benim düşüncem buydu arkadaşlar, bu
güzellikleri gördükten sonra öykünün olmayacağı bir dünyayı aklım almazdı. Ne
yazık ki pamuktan yapılmış bulutlarla uzaklara seyahate inanmayanlar var.
Gerçek dünyanın tozundan, dumanından kafasını kaldıramayanlar, onları sıkılmadan
bekleyen dostlarından haber alamayanlar, hiç tanışamayanlar…
Herkes
çocukların daha üretken olduğunu söyler, hayallerine kanat çırpmakta
zorlanmadıklarını, onların doğasında bunun var olduğunu. Ne de olsa onlar
küçük, hayatlarında her şey şekillenmedi ve herkes onlara gerçek yüzünü
göstermedi, kalpleri sertleşmedi kullanıldıkça kuruyan bedenleri gibi. Ama
neden bulunmasın bir büyük, düş çarkının durakladığı yerde? Dünyaya
geldiğimizde hepimiz aynı değil miydik? Nedendi bu farklılık? Acaba öykülerin
içine dalabilmenin yarattığı değişiklik miydi bu farklılığın sebebi?
Bir kapı
düşünün, anahtarı hayal gücü olan gerçekle düşü ayıran bir kapı. Bakın ne kadar
yakınmış gerçek ve hayal birbirine. Öyküdür bu kapının adı; uzakları yakın
eden.
SİMAY BAL 6-A
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder