8 Şubat 2016 Pazartesi

"HAVVA / VÜSAT O. BENER"


Benim saçlarım yumuşak. Havva’nın saçları keçe gibi. Annem ustura ile ilk defa kazıttı saçlarını uzasın diye, ama uzamadı, kısa kaldı. Burnu da öyle biçimsiz ki! Yamyassı, tıpkı okul kitabımızdaki maymunun burnuna benziyor burnu. Hiç sevmiyorum onu. Pis, hırsız.

Annem, bugun onu bir temiz dövdü. Tabii döver. Misafir odasındaki güzelim halımızı kesmiş. Deli mi ne? Annem : “Kız niye kestin halıyı?” dedi. O : “Kuş var halının içinde,” dedi. “Beyaz kuş. Onu çıkaracaktım.” Gördün işte kuşu. Bir “Töbe töbe ana” bellemiş, onu söyler.

Bari bir işe yarasa. Ne olacak, görmemiş ki! Sen onu bırak, öteyi karıştırırsın, beriyi karıştırırsın sade. Miskin. Üstüne bir de ağır. Sekiz saatte bir bulaşığın içinden çıkamaz. Sonra da doymak bilmez. İyi vallahi!

Geçen gün de ne oldu. Annem misafirliğe gitmişti de. Evde yalnız kaldık bunula. Bizim komşu imamın oğlu Recep evimizin önünden geçti. Döndü gene geçti. Ondan sonra da oturdu karşı kaldırımda, şarkı söylemeye başladı. Nasıl da bağırıyor pis. Bu da oturuyordu sedirde. Bir fırladı durup dururken yanımdan. Korktum. Sonra merak ettim, ne oldu buna diye. Gidip baktım arkasından. Mutfağa girmiş, pencereyi açmış el sallıyor utanmaz. Anneme söyleyeceğim ama. Görür gününü o. Lekeli entarimi sakladığım yerden çıkarıp anneme göstermesini biliyor ama. Ne yapayım. Dut lekesi işte. Çıkmadı. O kadar uğraştım. İnşallah başına bir belâ gelir de kurtuluruz. Allah’ım şunu öldür!

Nasıl çıktı dediğim. Oh olsun! Kütük gibi şişti bacağı. Geceleyin asmadan üzüm koparmağa çıkmış, düşmüş, doğru idare lâmbasının üstüne. Cam kırıkları ayağına girmiş hep. Aptal.

Babam da çok merhametli. Kalktı bu çirkin kızı İstanbul’a götürdü. Yalnız kaldık. Annem gizli gizli ağladı.

Bir aydır rahatsız. Keşke hiç gelmese bu Havva.

Geldi ama. İyi olmuş.

Annem dün dedi ki: “On baş soğan koysam bu kızın önüne yiyebilir mi acaba?” “Koyalım anne, bakalım yiyebilecek mi?” dedim. Koyduk. Vallahi bitirdi hepsini! Şaştık kaldık. Gözlerinden zırıl zırıl yaş akıyordu da gene yiyordu. Sonra annem: “Kız sigara da içer misin?” dedi. ”İçerim” dedi. ”Al iç şunu haydi.” Meğer sigaranın içine tuz koymamış mı annem! Çıtır çıtır sesler çıkmağa başlayınca korkusundan sigarayı atıp öyle bir kaçtı. Katıldık gülmekten.

Sütçü Hacı bunun için bıçak geçmiş güya Recep’e. Bir de bu çıktı. Geçen gün annemin yanında söylemez mi! Öyle kızdı annem. “Kız nasıl söz o öyle,” dedi. “Duymayım bir daha bak. Yoksa öldürürüm seni.” Annem öyle dedi, ama o gene bana: “Valla bıçak çekti kız,” diyor.

Annem bir yere gittik mi onu eve kilitler. Yoksa alır başını gider. Bir gün az daha ölüyordu. Annem çamaşırlığa kilitlemişti de. Maltızda kömür varmış. Akılsız pencereyi açıversene. Neler çektik. Sarımsaklı yoğurt yedirdik. İçim bulanıyor. Altına etmişti.

Fatmânım diyor ki: “Bu kız kedi canlı, gebermez.” Haklı. Domuz gibi yiyor. Ama ne versen. İki tanecik misafir şekerini anneme söylemeden aldım diye, on değnek yedim avucuma. Onun yüzünden. Nereden de görmüş fesat.

Annem de tuhaf ama. Başını dizlerime koyuyor, öyle yatıyor. Bazen da dizime daha çok bastırıyor gibi geliyor bana. Dizim çok ağrıyor, ama çekemiyorum. Yüzüme öyle tuhaf tuhaf bakıyor ki!

Sonra bir gün kapıdan dinledim. Babam anneme: “Aç ağzını tüküreceğim,” diyordu. Annem de “A! Bey olur mu öyle şey,” diyordu. Sonra babam kalın kalın güldü: “Denedim seni be!” dedi. “Sen ağzını aç bakalım bir kere, tükürecek miyim?” Şaştım kaldım. Neden böyle konuştular? Kaç kere anneme sorayım dedim sonra vazgeçtim. Kapıdan dinlediğimi anlarlar diye. Zaten annemden ödüm kopar. Vururken sesini çıkarmayacaksın. Hele bağır. Ben bağırmıyorum ama ağlıyorum. O deli hiç ağlamaz. Avazı çıktığı kadar bağırır sade. Babam kaç kere: “Bu kız adam olmayacak, gönderiverelim köyüne gitsin,” dedi. Gitse de kurtulsak ya. Annem: “Annem acıyorum kıza” dedi. “Kimsesi yok. Hem kuvvetli. İşime yarıyor. Nasıl olsa lâzım biri.” Bari o kadar iyilik ediyoruz, o da uslu uslu otursa ya. Bir de tutturmuş karnım ağrıyor diye. Ağzı öyle fena kokuyor ki! Sonra ikide bir, solucan bulup beni korkutuyor. Bu yüzden iştahım kesildi. Anneme de söyleyemedim. Hâlbuki Mestan kırdı sıçrarken. O kırmadı ama ben öyle dedim anneme. Ne yapayım ucunda sopa var sora!

Havva üç gündür hasta. Evin içi leş gibi kokuyor. Ne yaptıysa kâr etmedi. Alttan üstten gidiyor. Kimi sürgün dedi, kimi humma. Doktor da adını unuttum bir şey dedi. Allah korusun hepimiz ölürmüşüz. Sonra değil, dedi. Bereket ben okula gidiyorum. Kokudan durulmuyor yoksa.

Neyse onu kömürlüğün yanındaki odaya koydular. Babam evi badana ettirdi. Annem de günlük yaktı. Benim odamın duvarları yeşil. Ben bazan aşağıya inip penceresinden onun odasına bakıyorum. Çarpınıp duruyor. Kazık kadar kız ufalıvermiş. Ne oldu buna? Ama o ölmez ki. Gene iyileşir. Bacağını keseceklermiş İstanbul’da. Keşke kesselerdi. Otururdu bir köşede hiç olmazsa.

Hep pisboğazlığı yüzünden başına belâlar geliyor. Şimdi pişman olmuş ama kaç para eder. Annem sıkıştırmış da söylemiş. Çöplüğe attığımız yağ tenekesinin dibini sıyırmış, yemiş de ondan böyle olmuş. Komşular paslı tenekeden zehirlendi diyorlar. Annem: “Bir de okutsak mı acaba,” diyor.

Annem bugün ağlıyordu. Zavallı annem. Beni çok döver ama onu severim. Kaç bayrama kendi güzel elbiselerini bozdu da bana dikti. “Niye ağlıyorsun?” dedim.  “Havva ölecek galiba kızım,” dedi. “Ona ağlıyorum.” Birden benim de içim doldu. Ben de ağlamaya başladım. “Havva ölecek ha! Ölmesin anne!”  “Belli olmaz kızım. Her şey Allah’ tan. Hadi git ağlama.” Annem öyle dedi, ama ben ağladım. Sonra aşağı inip odasının penceresinden baktım. İki tarafına çarpınıp duruyordu. “Allah’ım ne olursun ölmesin,” dedim. Allah’ım öldürme onu! O gene çarpınıp duruyordu. Birden karnıma bir ağrı girdi. Bağırayım dedim, sesim çıkmadı. Ortalık da kararıyor. Olduğum yerde kalakaldım öyle. Neyse ki köpeğimiz geldi yanıma. Kuyruğunu sallayarak. Kafasını okşadım köpeğimizin. Sonra onunla merdiven başına kadar geldik. Karnımın ağrısı geçti.

Az sonra, annem, babam, doktor geldiler. Ben de kapı aralığından baktım. Doktor, Havva’nın koluna iğne yaptı. Havva bağırmadı. Üçü de durup beklediler. Babam çenesindeki sivilceyle oynuyordu. Sonra annem babamın yüzüne baktı. Babam eğilip doktorun kulağına bir şey söyledi. Annem Havva’nın yanına gitti, yatağına diz çöktü. “Kızım Havva iyi misin evlâdım?” dedi. “Bak iyileştin artık. Canın bir şey istiyor mu? Ne pişireyim sana?” Havva baştan bir şey demedi. Sonra gözünü iri iri açtı: “Baklava,” dedi. Sonra öldü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder