Benim
saçlarım yumuşak. Havva’nın saçları keçe gibi. Annem ustura ile ilk defa
kazıttı saçlarını uzasın diye, ama uzamadı, kısa kaldı. Burnu da öyle biçimsiz
ki! Yamyassı, tıpkı okul kitabımızdaki maymunun burnuna benziyor burnu. Hiç sevmiyorum
onu. Pis, hırsız.
Annem,
bugun onu bir temiz dövdü. Tabii döver. Misafir odasındaki güzelim halımızı
kesmiş. Deli mi ne? Annem : “Kız niye kestin halıyı?” dedi. O : “Kuş var
halının içinde,” dedi. “Beyaz kuş. Onu çıkaracaktım.” Gördün işte kuşu. Bir
“Töbe töbe ana” bellemiş, onu söyler.
Bari bir
işe yarasa. Ne olacak, görmemiş ki! Sen onu bırak, öteyi karıştırırsın, beriyi
karıştırırsın sade. Miskin. Üstüne bir de ağır. Sekiz saatte bir bulaşığın
içinden çıkamaz. Sonra da doymak bilmez. İyi vallahi!
Geçen gün
de ne oldu. Annem misafirliğe gitmişti de. Evde yalnız kaldık bunula. Bizim
komşu imamın oğlu Recep evimizin önünden geçti. Döndü gene geçti. Ondan sonra
da oturdu karşı kaldırımda, şarkı söylemeye başladı. Nasıl da bağırıyor pis. Bu
da oturuyordu sedirde. Bir fırladı durup dururken yanımdan. Korktum. Sonra
merak ettim, ne oldu buna diye. Gidip baktım arkasından. Mutfağa girmiş,
pencereyi açmış el sallıyor utanmaz. Anneme söyleyeceğim ama. Görür gününü o.
Lekeli entarimi sakladığım yerden çıkarıp anneme göstermesini biliyor ama. Ne
yapayım. Dut lekesi işte. Çıkmadı. O kadar uğraştım. İnşallah başına bir belâ
gelir de kurtuluruz. Allah’ım şunu öldür!
Nasıl
çıktı dediğim. Oh olsun! Kütük gibi şişti bacağı. Geceleyin asmadan üzüm
koparmağa çıkmış, düşmüş, doğru idare lâmbasının üstüne. Cam kırıkları ayağına
girmiş hep. Aptal.
Babam da
çok merhametli. Kalktı bu çirkin kızı İstanbul’a götürdü. Yalnız kaldık. Annem
gizli gizli ağladı.
Bir aydır
rahatsız. Keşke hiç gelmese bu Havva.
Geldi ama.
İyi olmuş.
Annem dün
dedi ki: “On baş soğan koysam bu kızın önüne yiyebilir mi acaba?” “Koyalım
anne, bakalım yiyebilecek mi?” dedim. Koyduk. Vallahi bitirdi hepsini! Şaştık
kaldık. Gözlerinden zırıl zırıl yaş akıyordu da gene yiyordu. Sonra annem: “Kız
sigara da içer misin?” dedi. ”İçerim” dedi. ”Al iç şunu haydi.” Meğer sigaranın
içine tuz koymamış mı annem! Çıtır çıtır sesler çıkmağa başlayınca korkusundan
sigarayı atıp öyle bir kaçtı. Katıldık gülmekten.
Sütçü Hacı
bunun için bıçak geçmiş güya Recep’e. Bir de bu çıktı. Geçen gün annemin
yanında söylemez mi! Öyle kızdı annem. “Kız nasıl söz o öyle,” dedi. “Duymayım
bir daha bak. Yoksa öldürürüm seni.” Annem öyle dedi, ama o gene bana: “Valla
bıçak çekti kız,” diyor.
Annem bir
yere gittik mi onu eve kilitler. Yoksa alır başını gider. Bir gün az daha
ölüyordu. Annem çamaşırlığa kilitlemişti de. Maltızda kömür varmış. Akılsız
pencereyi açıversene. Neler çektik. Sarımsaklı yoğurt yedirdik. İçim bulanıyor.
Altına etmişti.
Fatmânım
diyor ki: “Bu kız kedi canlı, gebermez.” Haklı. Domuz gibi yiyor. Ama ne
versen. İki tanecik misafir şekerini anneme söylemeden aldım diye, on değnek
yedim avucuma. Onun yüzünden. Nereden de görmüş fesat.
Annem de
tuhaf ama. Başını dizlerime koyuyor, öyle yatıyor. Bazen da dizime daha çok
bastırıyor gibi geliyor bana. Dizim çok ağrıyor, ama çekemiyorum. Yüzüme öyle
tuhaf tuhaf bakıyor ki!
Sonra bir
gün kapıdan dinledim. Babam anneme: “Aç ağzını tüküreceğim,” diyordu. Annem de
“A! Bey olur mu öyle şey,” diyordu. Sonra babam kalın kalın güldü: “Denedim
seni be!” dedi. “Sen ağzını aç bakalım bir kere, tükürecek miyim?” Şaştım
kaldım. Neden böyle konuştular? Kaç kere anneme sorayım dedim sonra vazgeçtim.
Kapıdan dinlediğimi anlarlar diye. Zaten annemden ödüm kopar. Vururken sesini
çıkarmayacaksın. Hele bağır. Ben bağırmıyorum ama ağlıyorum. O deli hiç
ağlamaz. Avazı çıktığı kadar bağırır sade. Babam kaç kere: “Bu kız adam
olmayacak, gönderiverelim köyüne gitsin,” dedi. Gitse de kurtulsak ya. Annem:
“Annem acıyorum kıza” dedi. “Kimsesi yok. Hem kuvvetli. İşime yarıyor. Nasıl
olsa lâzım biri.” Bari o kadar iyilik ediyoruz, o da uslu uslu otursa ya. Bir
de tutturmuş karnım ağrıyor diye. Ağzı öyle fena kokuyor ki! Sonra ikide bir,
solucan bulup beni korkutuyor. Bu yüzden iştahım kesildi. Anneme de
söyleyemedim. Hâlbuki Mestan kırdı sıçrarken. O kırmadı ama ben öyle dedim
anneme. Ne yapayım ucunda sopa var sora!
Havva üç
gündür hasta. Evin içi leş gibi kokuyor. Ne yaptıysa kâr etmedi. Alttan üstten
gidiyor. Kimi sürgün dedi, kimi humma. Doktor da adını unuttum bir şey dedi. Allah
korusun hepimiz ölürmüşüz. Sonra değil, dedi. Bereket ben okula gidiyorum.
Kokudan durulmuyor yoksa.
Neyse onu
kömürlüğün yanındaki odaya koydular. Babam evi badana ettirdi. Annem de günlük
yaktı. Benim odamın duvarları yeşil. Ben bazan aşağıya inip penceresinden onun
odasına bakıyorum. Çarpınıp duruyor. Kazık kadar kız ufalıvermiş. Ne oldu buna?
Ama o ölmez ki. Gene iyileşir. Bacağını keseceklermiş İstanbul’da. Keşke
kesselerdi. Otururdu bir köşede hiç olmazsa.
Hep pisboğazlığı
yüzünden başına belâlar geliyor. Şimdi pişman olmuş ama kaç para eder. Annem
sıkıştırmış da söylemiş. Çöplüğe attığımız yağ tenekesinin dibini sıyırmış,
yemiş de ondan böyle olmuş. Komşular paslı tenekeden zehirlendi diyorlar.
Annem: “Bir de okutsak mı acaba,” diyor.
Annem
bugün ağlıyordu. Zavallı annem. Beni çok döver ama onu severim. Kaç bayrama
kendi güzel elbiselerini bozdu da bana dikti. “Niye ağlıyorsun?” dedim. “Havva ölecek galiba kızım,” dedi. “Ona
ağlıyorum.” Birden benim de içim doldu. Ben de ağlamaya başladım. “Havva ölecek
ha! Ölmesin anne!” “Belli olmaz kızım.
Her şey Allah’ tan. Hadi git ağlama.” Annem öyle dedi, ama ben ağladım. Sonra
aşağı inip odasının penceresinden baktım. İki tarafına çarpınıp duruyordu.
“Allah’ım ne olursun ölmesin,” dedim. Allah’ım öldürme onu! O gene çarpınıp
duruyordu. Birden karnıma bir ağrı girdi. Bağırayım dedim, sesim çıkmadı.
Ortalık da kararıyor. Olduğum yerde kalakaldım öyle. Neyse ki köpeğimiz geldi
yanıma. Kuyruğunu sallayarak. Kafasını okşadım köpeğimizin. Sonra onunla
merdiven başına kadar geldik. Karnımın ağrısı geçti.
Az sonra,
annem, babam, doktor geldiler. Ben de kapı aralığından baktım. Doktor,
Havva’nın koluna iğne yaptı. Havva bağırmadı. Üçü de durup beklediler. Babam
çenesindeki sivilceyle oynuyordu. Sonra annem babamın yüzüne baktı. Babam
eğilip doktorun kulağına bir şey söyledi. Annem Havva’nın yanına gitti,
yatağına diz çöktü. “Kızım Havva iyi misin evlâdım?” dedi. “Bak iyileştin
artık. Canın bir şey istiyor mu? Ne pişireyim sana?” Havva baştan bir şey
demedi. Sonra gözünü iri iri açtı: “Baklava,” dedi. Sonra öldü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder