Yerlerine yattıktan sonra, Sarı
Ali : "Hişt lan kıpırdamayın," dedi. "Dallar sallanmasın."
Soluklarını kestiler. Ayaklarının
ucundan ırmak sessiz, ölü gibi akıyordu. Usuldan uğuldamaya başladı.
Irmak, buradan aşağı köye, kendi köylerine kadar ovada dolana dolana,
toprağa serilmiş bir kalay pırıltısında akardı.
Sarı Ali sevinçle : "Murat
bir uyursa," dedi, "bir çabuk uyursa..."
Çocukların hepsi, her yerden,
duyulur duyulmaz: "Bir uyur ki..." dediler.
İçlerinden biri, bu on bir
yaşlarındaki Durmuştu : "Bir uyur ki," dedi. "Tüyü bile
duymaz..."
Sarı Ali'nin ayağının başparmağı,
boyuna çamuru deliyordu. Sarı Ali öyle zayıftı ki kaburgaları birbirine
geçmişti. Karnı da ipincecik kalmıştı. Babası yoktu. Böyle olmasına göre, Sarı
Ali köydeki çocukların en itoğlu itiydi.
Tepindi:
"Uyumayacak," dedi.
"Uyumayacak."
En uçta yatan çocuk, gözünü
dalların arasından açtığı deliğe dayamıştı. Kim ne derse desin, o oralı bile
olmuyordu. Delikten, bostan tarlası olduğu gibi gözüküyordu. Çatlamış
toprak... Tarlanın bazı yerlerinde taze, sulu bir yeşillik... Yeşillik bazı
yerlerde koyu, kap kara kesiliyor, tozlu tozlu bir görünüm alıyor. Sararıp
gazel olmuş yapraklar, tevekler... Kavunlar, karpuzlar... Kavunlar
karpuzlar su sırta yatmışlar... Ve kavunlar upuzun, sapsarı, sırtları
yarılmış... Ortalığı da bir kavun kokusu almış... Sıcağın altında sıcak sıcak
tüten bir koku...
Sonra Murat... Belinde kırmızı
bir kuşak sanlı... Uzun boylu geniş omuzlu. Hiddetli yüzü... Uzun
bıyıkları düşük. Sapsarı bıyıklar... Murad'ın, bu dünyada bostanından başka
hiçbir şeysi yoktur. Bağı, tarlası, atı, eşeği... Hiçbir şeysi... Ama
Murad'ın bostanı gibi de bir bostan bu yanlarda yoktur. Irmağın kumları
boyunca uzar gider.
Murat, çardağın dibinde hiddetli
dolaşıyor. Her zaman öyle yapar. Çardağın yanına yönüne kavun kabukları
atılmış. Bir de içi geçip, çürümüş karpuzlar kavunlar atılmış. Şarap kokusuna
benzer karpuz kokusu. Top top sarıca arılar, eşekarıları, kanatları gün
ışığında yeşil, mavi, balkıyorlar. Uçta yatan çocuk... Adı Durmuş'tur.
Bunları görüyor mu, görmeden kafasından mı geçiriyor, orası belli değil. Eşekarılarının
bedenlerinde al, ala, pekmez rengine çalan ince şerit vardır. Kanatlarında
yeşil damarlar. Eşekarılarının yanına yaklaşmaya, yuvalarına çöp sokmaya
gelmez. Eşekarılarının kanatları maviSarıca arıların petekleri sütbeyaz olur...
Bir yığın sarıca arı... Arılar sıcakta...
Durmuş, heyecanla. "Şindi,
şindi uyuyacak," dedi. Hemen arkasından, usul söylemediğine pişman
oldu: "Ağzımdan kaçtı," demeye kalmadı, Sarı Ali dişlerini
sıkarak çıkıştı:
"Ulan itoğlu it,
öldürteceksin hepimizi. Ya bir duyarsa..."
Durmuştan çıt çıkmadı. Sonra
buyruğunu tazeledi: "İyi bak! Uyur uyumaz
haber..."
Durmuş, ne kadar uzakta olursa
olsun, Murat uyuyor mu Uyukluyor mu, düşünüyor mu, ne kadar sonra uyuyacak,
bilirdi. Onun da işi oydu. Durmuş bu işi öylesine ilerletmişti ki, Murad'ın
yüreğinden geçeni de bilirim dese, kimse ses çıkarmaz, bileceğine
inanırdı. Bazen Durmuş'un kavun karpuz çalmaya gelmediği de olurdu. İşte o
zaman işler sarpa sarardı. Durmuş ne zaman gelmemişse, Murad'ın uyuyup
uyumadığını kestirememişler, hepsinde yakalanıp Murat'tan bir iyice dayak
yemişlerdi.
Sarı Ali, Durmuş'u dürttü:
"N'oldu lan?"
Durmuş üzgün üzgün: "Oturdu
düşünüyor," dedi.
Durmuşun korktuğu şey buydu. Bunu
çok iyi biliyordu. Murat çardağın direğine belini verip de dalarsa, ne
kadar uykusuz olursa olsun, zor uyurdu.
"Hiç uyumaz mı gayrı?"
dedi Sarı.
Durmuş: "Ben ne
bileyim!" dedi.
Durmuş kızgındı. Sarı Ali
karşılık vermedi.
Bundan sonra hiç kimseden ses
çıkmadı. Suyun uğultusu, bir sarıca arının vızıltısı, bir sineğin kanat
sesi...
Aradan epey zaman geçtikten sonra
Durmuş çocuk titreyerek: "Uyudu!" dedi.
Sarı Ali, bu sırada uyur
uyanıktı. Bir gözünü usuldan açtı. Birden işin farkına vardı:
Durmuş, içine sindire sindire,
tadını çıkararak: "Uyudu!" dedi.
Çıplak üç çocuk böğürtlen çalısının
serinliğinden Murad'ın bostanına atıldılar. Tarlanın kızgın toprağı ayaklarını
yakıyordu. Kavunu karpuzu çabuk çabuk toplamaya, yanlarında getirdikleri
torbalara doldurmaya başladılar. Torbaları doldurup suya attılar. Sonra
yapışıp akıntıya aşağı sürdüler...
Bostandan epey uzaklaştıktan
sonradır ki, arkalarından bir ses duyuldu. Sesten sonra da uzun bir
gülüş...
Her zaman böyle olurdu. Çocuklar
gelir böğürtlenlerin altına sığınır. Durmuş gözetler. Uyku... Çocuklar bostana
fırlar... Suyun akıntısı... Çocukların sırtından bir serinlik geçer... Gür
ses... Tüfek patlar... Uzun, çın çın öten bir gülüş. Gülüş tüm Çukurova’ya
yayılır gibiydi. Bu gülüşte sevinçler aydınlıklar vardı.
Bu, her yaz böyleydi. Aradan
yıllar geçti. Çocuklar büyüyüp delikanlı, ev bark, çoluk çocuk sahibi oldular
ve Muradın bostanından kavun karpuz çalmaktan vazgeçerek kendilerinden
sonra gelen çocuklara bıraktılar bu işi. Onların yerini de başka çocuklar
aldı. Büyüyenlerin çocukları büyüdü... Muradın bostanını bu sefer de onlar devraldılar.
Murat yaşlandı. Sarı bıyıkları bembeyaz kesildi, uzun boyu kısalıp
kamburlaştı. Beli büküldü. Bostan gene aynı bostandı. Çocuklar, yıllar yılı
her Allahın günü bostandan kavun karpuz çaldılar. Arkalarından bir ses
duyulup, bir el tüfek atıldı. Ortada değişen bir şey vardı. Ses
zayıflamıştı. İnceden, usuldan geliyordu. Tüfek sesinden sonra, ortalığı bir
karanlık basıyordu. Bu çocukları babaları korkutuyordu ya, ne yapsınlar...
Vazgeçemezlerdi.
Bir gün, bir öğleüstü, gene sıcak
çatır çatır ediyordu. Beş kadar anadan doğma, çırılçıplak çocuk bağıra
bağıra evlerine atıldılar. Biraz sonra da ırmağın kıyısı ağlayan kadın ve
çocuklarla doldu. Delikanlılar sudan karnı birbirine geçmiş, bir deri bir
kemik, balmumu gibi sararmış bir çocuk ölüsü çıkardılar.
Ölünün sol tarafı bir el
büyüklüğünde kıpkırmızı açılmış, etler parça parça bölünmüş dağılmıştı.
İşten anlayan köylüler: "Vay
yezit, vay," dediler, "Domdom kurşunu koymuş tüfeğin
içine."
Akşama doğru Murad'ı köyün
ortasından eli kelepçeli geçirdiler. Başı önüne düşmüş, yüzü sararmış,
beli biraz daha bükülmüştü. Ayakları birbirine dolanıyordu. Köyden
çıkıncaya kadar köylüler Murad'ı taşa, sığır pisliğine tuttular. Murat
başını kaldırıp da iki yanına bakmadı. Candarmaların ortasında, üstü pislik
çamur içinde, geçti gitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder